Page 187 - Microsoft Word - Lot3_GerekcelerinYazilmasiHakimlerIcinElKitabi_Matbaa
P. 187

168                                4. Ahlaki ve Hukuki Muhakemenin Nihai Gerekçesi

                         3.  Esas/destekleyici rasyonellik ve söylemsel rasyonellik ile ilgili olarak: Kişi savun-
                            mayı, destekleyici olarak rasyonel bir ifadeler kümesini dile getirmeyi amaçlıyorsa,
                            söylemsel rasyonellik kurallarına uyma eğiliminde olmalıdır.
                         4.  Hukuki muhakemenin rasyonelliği ile ilgili olarak: Kişi (“yürürlükteki hukuk” kav-
                            ramıyla ilgili) kavramsal bir anormallik yaratmak istemiyorsa, bir hukuki yorumla-
                            manın sonucunu, ancak bu yorum rasyonel ise yürürlükteki hukuk olarak kabul etme
                            eğilimine sahip olmalıdır.
                            Bu  teknik  normların  temelini,  “değer  ifadesi”,  “ahlaki  nedenler”,  “hukuki  görev”,
                         “tartma”, “savunma”, “yürürlükteki hukuk”, “hukuki yorumlama” vb. kavramlar oluş-
                         turmaktadır. Peki kavramlarımız yanıltıcı olamaz mı? Bunun yerine, kavramları rasyo-
                         nelliğin zor, belirsiz ve tartışmalı taleplerinden ayırmak için bu kavramları değiştirmeyi
                         tercih etmemiz gerekmez mi? Aslında, Uppsala ekolü gibi felsefi hareketlere mensup
                         kişiler tam olarak bunu yapmıştır. Örneğin değer ifadelerini, duyguların saf bir şekilde
                         açıklanması  olarak  tanımlamışlardır.  Bu  bağlamda,  aşağıdaki  kısa  yorumları  yapmak
                         istiyorum.
                            Bazı kavramlardaki radikal değişiklikler, hayatımızı hayal bile edemeyeceğimiz bir
                         şekilde değiştirecektir. Bu bağlamda bir “yaşam biçimi”nden söz edilebilir (karşılaştır-
                         ma için: yukarıdaki bölüm 3.3.4). Yaşam biçimi, gündelik eylemlerimizde ve kavramla-
                         rımızda ifade edilen, dünyaya bakış şeklimizdir. Kişi bazı kavramlar hakkında en azın-
                         dan belirsiz bir fikre sahip olmasaydı, birçok eylem anlaşılmaz olurdu. Kişi örneğin bir
                         “şirketin” “sahip olduğu” bir dükkândan yiyecek “satın alır” ve “para” ile “ödeme ya-
                         par”.
                            Peki tartışılan ve son derece soyut olan ahlaki ve hukuki kavramları (örneğin “tart-
                         ma”, “yürürlükteki hukuk”, “hukuki yorumlama” vb.) terk etseydik, yaşam biçimi kök-
                         ten değişir miydi? Bu soruya aşağıdaki hipotez sunulabilir. Bu kavramlar terk edilirse,
                         hukuki ve ahlaki sorunların rasyonel söylemi imkânsız olacaktır. Özellikle, ahlaki yü-
                         kümlülük fikri, “B’nin (her yönüyle düşünüldüğünde) H’yi yapması zorunludur ve yine
                         de  B’nin (her yönüyle düşünüldüğünde) H’yi  yapması  zorunlu değildir”  gibi  ifadeler
                         artık  kavramsal  bir  anormallik  oluşturmayacak  şekilde  değiştirilseydi,  durum  böyle
                         olacaktır. Ahlaki ve hukuki kavramlar, artık ahlaki değer ifadelerinin ve normatif ifade-
                         lerin herhangi bir şekilde gerekçelendirilme ihtimali ön varsayılmaksızın, yeni bir an-
                         lam kazansaydı da bu durum ortaya çıkacaktır.
                            Sonuç olarak, ölümcül kaos meydana gelecektir. Bu, hukuk ve örgütlü güç arasında-
                         ki bağlantı nedeniyle, özellikle hukuki kavramlar için geçerlidir. Böylelikle, insanların
                         duygularını  doğrudan  etkileyecek  manipülatörler,  siyasi  hayata  hâkim  olacaktır.  (Bir
                         futbol maçında “tek millet, tek devlet, tek lider” diye bağıran bir kalabalığı hayal edin.
                         Veya seçimleri kazanmanın bir yolu olarak siyasi şarkıları düşünün.) Duygusal olarak
                         dengesiz  olan  ve  irrasyonel  manipülasyona  açık  olan  hukukçular,  herkes  tarafından
                         küçük görülürdü. Hukuki ihtilafları yalnızca hâkime en hoş şekilde davranan ve onun
                         görüş,  zevk  ve  ön  yargılarını  paylaşan  kişiler  kazanabilirdi.  Sonuçta,  kimse  kimseye
                         güvenmezdi.  İnsanlar  birbirinden  izole  olurdu.  Kültürümüz,  yaşam  biçimimiz  kökten
                         değişirdi.
                            Kişi, eğer yaşam biçimimizde köklü bir değişiklik yaratmak istemiyorsa, başta hu-
                         kuki kavramlar olmak üzere  pratik  kavramlarla  ilgili  anormalliklerden kaçınma  eğili-
   182   183   184   185   186   187   188   189   190   191   192